16 Mayıs 2011 Pazartesi

VAROLUŞ FELSEFESİ

İslâm Alemindeki Yaratılış Hakkında Görüşler - Elementlerin Hal Değiştirmesine Dayanan Varoluş Felsefesi




08
“Mineral öldüm ve doğdum,
 Bitki öldüm ve hayvan  bir bitki 
Hayvan öldüm ve insan oldum.
Korku niye? Ne zaman daha az ölümsüzüm?
Tekrar bir daha insan olarak öleceğim,
Kutlu meleklerle beraber uçmak için,
Hatta  meleklikten daha öte geçeceğim” (Mevlânâ)

Elementlerin hal değiştirmesine dayanan görüşü Mevlânâ dile getirmiştir. Mevlânâ, on  üçüncü yüz yılda yaşamış, büyük bir Türk Mutasavvıfı ve düşünürüdür. Ona göre, cansız diye bir varlık yoktur. Her varlık canlı ve ruha sahiptir. Fakat, varlıkların canlılık dereceleri farklıdır. Bazıları hislerle algılanabilecek kadar canlı olduğu halde, bazıları mevcut hislerle algılanamayacak seviyede bir canlılık gösterirler.
Mevlânâ, varlıklar âlemindeki  hareketi, muhtemelen canlılık vasfı olarak kabul etmişti. Bilindiği gibi, gerek molekül seviyesinde ve gerekse atom seviyesinde bütün varlıkların yapısında hareket mevcuttur.
Mevlânâ, Allah’ın “Ol” emriyle yaratılışın başladığını ve bundan İlk Akıl ‘ın yaratıldığını, bundan da zaman içinde diğer varlıkların hasıl edildiğini belirtir. İnsanın, yapısını teşkil eden elementlerin sırasıyla; topraktan, bitkiden ve hayvandan insan seviyesine çıktığına işaret eder:
Bütün âlem, her şeyin Rabbi olan
Allah’ın Ol kelimesinin müteakibi
İlk Akl’ın suretidir.
İlk olarak o (İlk Akıl)
Cansız dünyasında göründü,
Oradan bitkiler dünyasına geçti,
Ve bir çok sene bitki hayatı yaşadı,
Sonra hayvanî varlık için yol aldı
Ve aynı şekilde güzel çiçekler mevsiminde,
Bebeklerin nefes isteyip,
Niçin istediklerini  bilmedikleri gibi,
Kendisinin, O’na yönelme arzusunu hissedince,
Kurtuldu.
Tekrar, hikmet sahibi Yaratıcı,
Ki sen O’nu bilirsin,
Onu hayvanlıktan insan mertebesine yükseltti.
Ve böylece varlıktan varlığa geçerek,
O akıllı oldu (1).
Mevlânâ, varlıkların, elementlerin şekil değiştirerek bir halden bir başka hale geçmesiyle teşekkül ettiğini ilk ileriye sürenlerdendir. O, topraktaki elementlerin bitkiye geçerek, maden seviyesinden bitki seviyesine çıktığına işaret eder. Bitkileri  de hayvanların yemesiyle, bitki mertebesinden hayvan mertebesine yükseldiğini nazara verir. Bitkiyi, ya da hayvanı, insanın yemesiyle de, o elementlerin insan mertebesine çıktığını belirtir. Bu her mertebeye geçişi de bir ölüm olarak kabul eder ve her ölümden sonra yeniden daha mükemmel bir varlık olarak dirilmeye işaret eder.
Aslında Mevlânâ, günümüzde bilinen fizik ve kimya kanunlarına göre, atom ve moleküllerin, canlı varlıkların bünyesinde nasıl yer aldığını ifade etmektedir. O, bunu şöyle bir şiirle  nazara verir:

“Mineral öldüm ve bir bitki oldum,
Bitki öldüm ve hayvan doğdum,
Hayvan öldüm ve insan oldum.
Korku niye? Ne zaman daha az ölümsüzüm?
Tekrar bir daha insan olarak öleceğim,
Kutlu meleklerle beraber uçmak için,
Hatta  meleklikten daha öte geçeceğim (2).
Mevlânâ, varlıklardaki bu değişimi, bir ahırdan bir başka ahıra geçme şeklinde de ifade etmektedir:
Varlık ahırından cemadat (cansızlık) ahırına, ve cemadat ahırından bitkiliğe, bitkilikten hayvanlığa, hayvanlıktan insanlığa, insanlıktan melekliğe ve daha böylece sonu gelmeyen ahırlara Allah iletir. O, sana bunları, O’nun birbirinden  üstün olan bu türlü ahırlardan  daha bir çok ahırı bulunduğunu kabul ve itiraf etmen için göstermiştir(3).
Mehmet Bayraktar, Câhız ve Mevlânâ’nın, maymundan insanın meydana geldiğini kabul ettiklerini ileri sürüyor ve şöyle diyor:
“Cahız, Mevlânâ ve Abdülkadir Bidil’in ortaklaşa savundukları ikinci modele göre maymunun bizzat insana dönüşümü söz konusudur. Yani insan, hayvan türlerinin en mükemmelleşmiş türü kabul edilen bir maymun türünün evriminden meydana gelmiştir”(4).
İkinci model dediği konuyu Bayraktar şu şekilde özetliyor:
“Bütün kâinat ve varlık türleri Allah’ın hür iradesiyle yarattığı tek bir çekirdek varlığın evrimiyle meydana gelmiştir. Basit türlerden kompleks türlere doğru bir sıra takip eden  bu zincirleme evrimde bir üst tür, bir alt türün transformasyonu, yani dönüşümüyle ortaya çıkar”.
Bu yorumlar tamamen Bayraktar’ın kendi görüşünü yansıtmaktadır. Zira, Mevlânâ’nın bu konu ile ilgili görüşleri yukarıda verildi. Mevlânâ’nın burada  nazara verdiği, insanın bünyesinde yer alan atomların başlangıçta toprakta bulunduğu, oradan bitkiye geçerek bitki seviyesine yükseldiği, onu hayvanın yemesiyle,  elementlerin hayvan mertebesine çıktığı, hayvanı da insanın yemesiyle, insan seviyesine yükseldiğidir. Ölümle de, melekler seviyesine çıkacağına işaret eder.
 Bayraktar, sözü edilen kendi kitabında da Mevlânâ’nın  bu şiirleri dışında başka bir metnine yer vermez. Bayraktar’ın bu  sonuca nasıl ulaştığını bilemiyoruz. Ayrıca o, hemen bir sayfa ileride bu görüşünün aksini verir:
Meselâ, Câhız’a göre, türler aktüel olarak evrimleşirken, bir alt türün bir üst türe dönüşmesi teorik olarak mümkün olduğu halde, diğer bütün evrimcilere göre, her tür, bir başka türe dönüşmeksizin, ancak kendi içinde  sonsuza doğru kendi türünün daha üstün variantlarını vermek için  evrimleşmektedir(5).
Bayraktar’ın bu değerlendirmesiyle, yukarıda, Mevlânâ’nın evrim görüşü hakkındaki yorumunu telif mümkün değildir. Bir Müslüman olarak Mevlânâ, Allah’ın insanı topraktan, sudan ve çamurdan yarattığını beyan eden Kur’an âyetlerinden  elbette haberdardı. Dolayısyla, Mevlânâ’nın, Kur’an âyetlerine ters düşecek böyle bir hükmü ortaya koyması  söz konusu olamaz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder