İnsanı ilk defa konu alan sofistlerdir. Ondan önceki filozoflar insanla ilgilenmişse de fazla üzerinde durmayıp doğaya yönelmişlerdir. Fakat sofistler söz sanatını kullandıkları için insanlarla daha çok iç içe olmuşlardır. Konuşmalarıyla insanları etkilemek istedikleri için insanların psikolojik yönlerine eğilip
onların duygularını
düşüncelerini bakış açılarını öğrenmeye çalışmışlardır. Daha sonra filozoflar insan hakkında değişik tanımlar yapar. Örneğin: filozoflar insanla ilgilenmişse de fazla üzerinde durmayıp doğaya yönelmişlerdir. Fakat sofistler söz sanatını kullandıkları için insanlarla daha çok iç içe olmuşlardır. Konuşmalarıyla insanları etkilemek istedikleri için insanların psikolojik yönlerine eğilip
onların duygularını
düşüncelerini bakış açılarını öğrenmeye çalışmışlardır. Daha sonra filozoflar insan hakkında değişik tanımlar yapar. Örneğin:
Platon “İnsan iki ayaklı tüysüz bir hayvandır.”
Sokrates: “İnsanın kendini bilme ilkesi” olarak tanımlamıştır.
Aristo: “Düşünen hayvan” ve “Toplum kuran canlı” diye tanımla-
mıştır.
Nietzsche "Hayaları olmasaydı Tanrı derdim"demiştir.
Batı dünyasında ki insan tanımları hep hayvanlarla bağlanarak yapılmıştır. Onlar insanın hayvanlarla benzer yanı olduğunu ve farkın sadece akla sahip olup
düşünmesi olduğunu belirtmişlerdir. Yani onlarda insanın değeri çok önemli olmamıştır. Tabi bu filozoflarımız insanın fiziki olarak tanımını vermiştir. Türk İslam dünyasında ise filozoflarımız şöyle tanımlamıştır:
İbn Haldun: “İnsan geleneklerin ve alışkanlıklarının çoğudur
tabiatının ve mizacının değil”
İbn Sina: İnsanın tanımına düalist bir yaklaşımla bakar.
İslam filozoflarımızın tanımlarına baktığımızda Batı dünyasının tanımlarından farklıdır.Burada ise insana daha çok önem verilmiştir. Bu önemde yaratıcının yarattığı en mükemmel varlık olduğu içindir. Batı dünyası fiziki olarak ele alırken
İslam dünyası insanı akıl
ruh ve nefis olarak tanımlar.Görüldüğü gibi tanımlar farklı farklıdır.
Mevlana ise insanı İslam filozofları gibi tanımlar. Onun felsefesinde merkezde birey vardır. ”Ona göre
Tanrı ses ve söz olarak insanda belirmiştir.İnsan kendisindeki Tanrı sırrına aşkla erişir ve bilgi sahibi olur.”
[1]
Ve insanı hem aşık hem de maşuk olarak görür.Yani hem seven hem de sevilendir. Onu diğer canlılardan üstün tutar. Çünkü insanı Allah yaratırken ona kendi ruhundan üflemiştir ve insan Allah’tan bir eser taşır.Bu yüzden o kesinlikle insanlar arasında ayrım yapmaz
ister dinsiz
ister ahmak
isterse fakir veya zengin olsun… Onun yanında herkes birdir. Allah herkesi ayrım yapmadan yaratmıştır. İnsanlardan da asla şikayet etmemiştir. Kim ki şikayet ederse ona göre Allah’ isyan etmiş ve yarattığı en yüce varlığı inkar etmiş oluyordu. Çünkü onun gayesi insandı
insanları hidayete ulaştırmak ve ebedi mutluluğuna vesile olmaktı. İşte bunu da Kuran
sünnet ve peygamberimizin izinden giderek gerçekleştirmişti.
O çok alçakgönüllü bir insandı.Çevresinde sultanlar
birçok alim
zengin
soylu kişiler olmasına rağmen o hep fakirlerle
kimsesizlerle
yardıma muhtaç insanlarla vakit geçirirdi. Uygunsuz konuşmalara katılmaz
çok zorlandığı durumlarda da yumuşak bir şekilde konuşmak istemediğini belirtirdi. Mevlana
cariyelere
hizmetkarlara karşı tavırlarında ve anlayışında da güzel ahlaklıdır. Suçlu-ları hor görmez
hep
affederdi.Çünkü insanların kötülük yapmasını onların bilgisiz olmasına bağlardı. Mesnevi’de bu konuda şunları söylemiştir: ”Kişiler kendi ayıplarını önceden görseydi
kendini düzeltmekten nasıl uzak olurdu?” “Kendi ayıbını gören cana ne mutlu!Ayıp söyleyen
ayıbı kendine satın alır.”
[2]
Çocuklara karşı merhametli ve şevkatliydi. Onlara kızmaz ve onları incitmezdi. Barışcıl ve birleştirici yönü vardı. İnsanlara helal lokmayı tavsiye ederdi. Peygamberimizin “Gücün varsa istemekten sakın” sözü doğrultusunda çevresindeki insanlara dilenmeyi yasaklamıştır. Ellerinden geldiğince alın teri ile kazançlarını sağlamalarını tavsiye eder.
İnsanları iyi ve kötü ayrımı yapmamıştır ama insanın kötü yanın-
dan da bahsetmiştir. “Deri ilaçla bela çeker; Taif derisi gibi hoş olur. Yoksa ona acı ve keskin ilaç sürülmeseydi
kokardı; nahoş ve pis kokulu olurdu. İnsanı tabaklanma-
mış
rutubetlerden çirkinleşmiş ve ağırlaşmış deri bil.”
[3]
Görüldüğü gibi Mevlana burada insanın kendisinin belaya yatkın olduğunu belirtmiş ve eğer insanlar acı ve kötülükten kurtulmayı yani iyiyi istemeseydi insanın çok çirkin bir varlık olacağı-
nı Mesnevi’sinde belirtmiştir.
Ona göre “İnsanı sevmek Tanrı’yı sevmektir sözleriyle varlığın özünü
mutlak güzellik ve iyiliği tüm yaratılmışlar içinde sade insanın sezebileceğini
belirtir. Madem ki evren Tanrı’nın kudretinin ortaya çıktığı alandır
hayattaki her şey Tanrı adına sevilir ve korunur. Evrendeki düzen ve yasa bize
kendimizde bulmamız gereken uyum ve ölçü için de bir örnek oluşturur. Madem ki insan varlıkların en şereflisidir
insanlar arasındaki sevgi dostluk bağı ve yardımlaşma ahlakın özüdür ve ibadet özelliği taşır.”
[4]
Buradan da anlaşıldığı gibi Mevlana tam bir güzel ahlak abide-
sidir. Onun gibi düşünen diğer filozofumuz olan Yunus Emre’de insanların Tanrı sevgisi ile bir birlik oluşturulabileceğini düşünmüştür. Ve der ki “Yardanı sevdik yaradandan ötürü.” Yaradanına duyduğu aşkı da şöyle dile getirir:
“ Ben yürürem yane yane
Aşk boyadı beni kane
Ne akılem ne divane
Gel gör beni aşk neyledi…”
İnsanların kardeşlik hoşgörü ve sevgi içinde olmaları konusunda Yunus Emre şöyle der:
“ Adımız miskindir bizim
Düşmanımız kindir bizim
Biz kimseye kin tutmayız
Kamu alem birdir bize…”
Sonuç olarak Mevlana tasavvuf yolunu seçip onu en güzel şekilde yaşayıp
insanlara da yaşatmaya çalışmıştır. İlahi aşka önem verip onu yüceltmiştir. Varlığın bilgisini elde etmek için akıla başvurmamıştır. Ancak ve ancak aşkla elde edileceğini savunmuştur. Ve bu dünyada insanın gayesi Allah’a ulaşmak olması gerektiğini düşünür.Bu konuda Plotınos’aynı fikirdedir.Onun felsefesinde de insanın gayesi Bir’e ulaşmaktır.
“Mevlana düşünce biçimi
dini
bilimi
Allah sevgisini harmanlamış
sevgiyi her bir düşünce ve eyleminde insanı
sevgiyi ve dini merkeze almış
tüm bu unsurları yüzyıllardır eskimeyen bir biçime sokmuş
kitlelerin hala ona hayran olmasını ve onun yolundan gitmesini sağlamıştır.Tüm eserlerinde bu harmanı
tüm insanlığın anlayabileceği biçimde anlatmış
örneklerle güçlendirmiş
böylece tüm dünyada da benimsenmesini sağlamıştır. Yaşadığı coğrafyanın etnik çeşitliliğiyle bir kaynaşma ortamı yaratan Mevlana
böylece birkaç kültürü de bir araya getirmiştir.
[5]
Mevlana’nın felsefesini; az yemek
az konuşmak
az uyumak
şehvete önem vermemek
nefse hakim olmak
insandan gelen her türlü eziyete katlanmak
kötü insanlardan uzak durup
iyilerle birlikte olmak ve asla Allah’ın yasaklarına karşı gelmemek
Kuran ve peygamberin izinde gitmek şeklinde özetlene-
bilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder