16 Mayıs 2011 Pazartesi

MEVLANANIN AŞK TARİFİ

Hz. Mevlana’nın aşkı tarifi

Ateşin olduğu yerden nasıl dumanlar çıkarsa
bir gönüle aşk şimşeği düşünce artık o gönülde bir başka gönül kesilir. Katır çobanı incinin kıymetini bilmediği gibi sıradan adamlar da âşıkların halini bilemez. Âşık kimse bir an dünyaya dalıp huzur bulursa aşk ondan yüz çevirir. Maşuk da araya binlerce perde çeker. Aşk hançerinin ciğerde açtığı yara ilaç kabul etmez. Onun şifası sevgilinin yüzüdür. Şimdi aşk padişahı Hazret-i Mevlânâ konuşsun. O söylerse güzel söyler:

“- Aşk
yüzüme binlerce nükteler yazdı; aşıksanız gönlümün halini görün de okuyun.
Ne kadehtir her an aşıklara sunulup duran kadeh; erseniz siz de bu çeşit kadehi alın
çekin!
Balıkların suyu da denizdir
ekmeği de; balıksanız ne diye ekmeğin dudağına aşıksınız?
Mihnetlerle
eziyetlerle dopdolu bir kırba var adı benden. Atın taşı kırın o kırbayı da tamamiyle kurtulun gitsin.”
.....
“Sevgilinin gam güneşiyle zerre-zerre olduk; senin içindeyse böyle bir heves belirmedi bile; uyuyakal.

Onun razılığını aramak için su gibi koşup duruyoruz; o nerdeymiş
derdin bile değil uyu sen.”

“Gökyüzünde aydın ay
yıldızların arasında nasıl belirir görünürse aşık da yüzlerce kişi arasında öyle belirir öyle görünür.
Akıl
bütün yolları-yordamları bilir de aşkın yolunu-yordamını bilmez şaşırır kalır.
Aşk ab-ı hayatından tadan kişi
Hızır’ın gönlüne sahiptir; arı-duru sular güzelim kaynaklar hiç olur hiçe sayılır onca.”

Evet: Aşk kuşu her başa konmaz
âşıkların derdini de her tabib bilmez.
Ey dünya fidanında meyveler yetiştiren kimse; bir de gönül fidanında meyveler yetiştirmeyi dene... Sabah-akşam
gündüz-gece dünya ile boğuşup duruyorsun da eline gamdan başka ne geçiyor? Gam köyüne çadır kuranlar yine bin türlü dertle bu dünyadan kopup gideceklerdir.
Şimdi dikkat kesil
kulağındaki dünya pamuğunu çıkarıp at dostun dosta ettiğine iyice bak...
Belh Sultanı İbrahim bin Edhem
tacâ tahta tekmeyi vurup Allah ( C.C) yoluna revan olmuştur. Bu yol çok çetin ve zahmetli bir yoldu.

Zehirle pişmiş aştan yemedikçe menzile varmak da mümkün değildi...
Nice belâlara
dertlere felâketlere uğraya uğraya yoluna devam ediyordu...
Kıvrım kıvrım uzayan yollar onu nereye götürüyordu? Gidiyordu ya canı da dudağına gelmişti sanki. Dehşetli bir yağmur yağıyor
rüzgâr onu kuru yapraklar gibi savuruyordu. Soğuk ve tipi nefesini donduracak haldeydi.

Nihayet bin türlü zahmetle bir kasabaya ulaştı. Gariplik boynunu bükmüştü. Gidecek
sığınacak bir yeri yoktu ki...

Hz. Mevlana...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder